Photo 1- Turkey’s first recipient of the Cannes Palme D’Or award, Yılmaz Güney (second on the top row) was alleged to have drunkenly run over his wife with a car. (Credit: Azra Ceylan)

Bulutsuzluk Özlemi grubunun kurucularından Milliyet yazarı Sina Koloğlu, 15 Ağustos’ta yaptığı bir sosyal medya paylaşımında, oyuncu Ahmet Kural’ın “yılı sağlık sorunları ile” geçirmesinin ardından bir “aile komedisi” ile bu sezon ekranlara döneceğini açıkladı. 

Ahmet Kural 2019 yılında, eski partneri Sıla’ya yönelik ‘hakaret, tehdit ve kasten yaralama’ suçlarından 16 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Koloğlu’nun duyurduğu proje, Kural’ın 2022 yılında hapis cezasının kesinleşmesinin ardından imza attığı ilk yeni proje olacak. 

Şiddet suçlarından hapis cezasına çarptırılan Kural’ın ekranlara geri dönmesi şaşırtıcı olsa da, bazı uzmanlara göre bu durum Türkiye’deki eğlence sektöründeki yaygın bir kültürün parçası. 

Hollywood’daki kadınların, sektördeki ünlü erkekleri uyguladıkları şiddet için ifşa etmeleriyle beraber #metoo hareketinin başlamasından neredeyse altı yıl sonra Inside Turkey’e konuşan sektör paydaşları ve uzmanlar, şiddet, mizojeni ve taciz ile suçlanan erkek ünlülere yönelik yaptırımların yeteriz kaldığı görüşünde. 

Türkiye’nin eğlence sektöründeki taciz ve şiddet vakalarının tarihi oldukça eskiye dayanıyor: Dünyanın en prestijli film ödüllerinden Cannes Palme D’Or ödülünü Türkiye’den kazanan ilk isim olan Yılmaz Güney, eski eşine arabayla çarpmakla suçlanıyordu ve suçlamalara hiçbir zaman yanıt vermedi. Öte yandan, “arabeskin imparator”u İbrahim Tatlıses 80’li yıllarda gazetecilere yaptığı “Kadınlara saygım sonsuzdur, ama saygısızlık yaparlarsa döverim” benzeri açıklamalarla ve hakkındaki şiddet iddialarıyla biliniyor. 

Dissensus Research tarafından 2021 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de gösteri sanatlarında çalışan kadınlardan yalnızca %12.47’si eğitim, iş arama ve çalışma hayatında hiç tacizle karşılaşmadığını söylemiş. 

Inside Turkey’e konuşan senarist ve yazar Zehra Çelenk, konu sanatçıların işlediği suçlar olduğunda “Ama eserleri çok güzel. Yazarı eserinden ayırmalı mıyız, ayırmazsak nasıl yapacağız” soru/sorununun ortaya çıktığını söylüyor.

Bu sorunun çok kolay bir yanıtı olmadığını belirten Çelenk, bu ‘baba’ ünlülerle “şöyle ya da böyle mesafelenip kendi dilimizi, hikâyelerimizi kurmayı yeniden öğrenmemiz” gerektiğini düşünüyor.

Inside Turkey’e konuşan tiyatro oyuncusu Yasemin Kır da tacizin, Türkiye’deki “Erkek adam, sever de döver de” söylemleriyle beslenen ataerkil anlayışın sonucu olduğunu düşünüyor.

“Kalıplaşmış düşünce yapıları sebebiyle, sektör farketmeksizin, toplumun geniş kitlelerine hitap eden bu kişilerin hatalarına göz yumuluyor. Bu durum toplumumuzun ikiyüzlülüğünü en iyi şekilde gösteren örneklerden biri,”diyen Kır’a göre Türkiye’deki eğlence sektöründe görülen şiddet bir noktada hayatın, sanatı taklit etmesi anlamına da geliyor:

“İnsanların hayata bakışı içinde yaşadığı kültür, izledikleri, dinledikleri, okuduklarının toplamıyla şekilleniyor ve toplumun her kesiminin ulaşabildiği televizyon üzerinden aktarılan mesajların insanlar üstünde ciddi bir etkisi var. 

“Kullanılan dil, örnek teşkil eden çiftlerin arasındaki şiddet olayları eğer eleştirisi yapılması için proje dahilinde değilse ve bu gibi durumları normalleştirerek ele alıyorsa buna erişimi olan herkese şiddeti normalleştiren bir mesaj taşıyacaktır. Bu da toplumun her alanında şiddete bakışın normalleşmesine alan tanıyacaktır.”

Sektörde erkek faillerin hala ününü, itibarını sürdürebilmesinin ise “bir yara” olduğunu söyleyen Çelenk de bu durumu, toplumun eril şiddeti affetme ve kadına yönelik kuşku duyma eğilimine atfediyor.

Birçok kişinin, ataerkil cinsiyet algısının sonucu olarak “uzun dönem benimsediği, sevdiği erkek ünlülerden kolay kopamadığını” da sözlerine ekleyen Çelenk’e göre, “bu destek ve genel hafızasızlık da elbette bu tür olayların çabuk rafa kalkmasına yol açabiliyor.”

İmparator” İbrahim Tatlıses 80’li yıllarda gazetecilere yaptığı “Kadınlara saygım sonsuzdur, ama saygısızlık yaparlarsa döverim” benzeri açıklamalarla biliniyor. (Fotograf: Azra Ceylan)

Inside Turkey’e konuşan sanat yazarı Alara Demirel de Türkiye’nin eğlence sektöründeki cezasızlığın, yargı sisteminin içten ve şiddetle ataerkil olmasının sonucu olduğu yorumunda bulunuyor.

”Bu da güç sahibi erkeklerin yasal süreçleri gözardı etmesine müsaade ediyor” diyen Demirel, Mayıs ayındaki genel seçimlerde radikal İslamcı partilerden vekillerin meclise seçilmesinin de aklama niteliğinde olduğunu düşünüyor.

Tiyatro oyuncusu Kır ise sektördeki cinsiyet eşitsizliğinin gözle görülür olduğunu belirtirken, karar mercilerinde çoğunlukla erkeklerin bulunduğuna, başarılı kadınların ise toplumda direnç gördüğüne dikkat çekiyor:

“Bir kadın şarkıcının sahne kostümü ya da yaptığı bir şaka günlerce, haftalarca onu karalamak için kullanılırken bir erkek oyuncunun sevgilisine şiddet uyguladığı bariz şekilde ortada olmasına rağmen hala Türkiye’nin en büyük sahnelerinden birinde tiyatro yapmaya devam edebiliyor.” 

Dissensus Research’ün araştırmasındaki katılımcılardan yüzde 89’u “Gösteri sanatları kendine özgü hiyerarşik yapısı ve kültürü nedeniyle gücün kötüye kullanımına olanak tanımaktadır” ibaresine katıldıklarını belirtmiş. Araştırmada, taciz vakalarının üçte ikisindeki faillerin erkek olduğu, vakaların yarısından fazlasında ise faillerin taciz ettikleri kişiden üstün pozisyonda olduğu belirtilmiş. 

Demirel, cinsiyetçi davranışları ifşa edilen bazı erkeklerin de kendilerini eleştiren kişileri susturmak için yasal tehditlerde bulunduğunu eklerken, Kır da birçok kadının “sektörden silinme korkusuyla” maruz kaldığı tacizi ifşa etmekten çekindiğini söylüyor: 

“Bir de genelde öyle baskılanmış oluyorlar ki ‘Acaba ben mi abartıyorum?’, ‘İş yerinde tadımız kaçmasın şimdi’ gibi kendine güvene dayalı sıkıntılar yaşıyor ve bu da caydırıcı bir etki yaratıyor.”

Dissensus Research verilerine göre katılımcıların üçte biri maruz kaldıkları tacizi bildirdiklerinde olumsuz mesleki sonuçlar yüzde 64’ü de çalışma hayatında da tacize uğradığı halde hiç şikayette bulunmamış.

Tacize maruz kalan kişilerin bu durumu bildirmek için teşvik edilmesinin yalnızca beyan esas alınarak soruşturma açıldığı takdirde olacağını belirten Çelenk, kadının beyanının esas alınmasının çoğunlukla “kadın ne iddia etse haklı mı yani” şeklinde yanlış anlaşıldığını ekledi. 

2017 yılında Hollywood devi Harvey Weinstein’in ifşa edilmesiyle başlayan #metoo hareketinde de olduğu gibi Türkiye’de de etkili ifşa mekanizmaları bulunmadığından, birçok kişi tacizi bildirmek için sosyal medyaya başvuruyor. 

Kadına yönelik şiddetle ilgili toplumsal diyalogun arttığını, ancak değişimin zaman aldığını ifade eden Çelenk’e göre bu  “çok uzun, zorlu bir süreç” ama en nihayet, kadınlar konuşuyor:

“Her gün yeni putlar yıkılıyor. Bunca manipülasyon, çarpıtılmış gerçeklikler çağında eril şiddet açısından ‘gerçeklerin er geç açığa çıkma huyu’ndan nasipleniyoruz. Artık kadınların susturulabileceği, “kol kırılır yen içinde” zamanlarında değiliz ve bunun etkileri orta ve uzun vadede mutlaka daha da görünür olacak, her şeye rağmen.”